13 Ağustos 2012 Pazartesi

Gergedan


Orhan Pamuk’un Yeni Hayat kitabının çok meşhur ilk satırı şöyledir; “Bir kitap okudum ve hayatım değişti”. Bu kitabı çok severim. Hep sevmişimdir ve gelecekte de hep seveceğim gibi görünüyor.

Buna benzer olarak ben de yakın zamanlarda bi’ arkadaştan öyle güzel bir ayar yedim ki, gazetelerde “Arkadaşının Gizem’e verdiği tarihi ayar!” diye geçecek kalın puntolarla, ben de artık “bi ayar yedim hayatım değişti” diyebileceğim bu rahatlıkla. Bana “her şeyi anlamlandırıyorsun, nedir bu saçmalık, bu hayal dünyası!” dedi, gergin açık hava muhabbetimizin en gergin noktalarından birinde. O güne kadar hiç düşünmediğim bir şeydi bu. Gerçekten. Ben hep hayallerde yaşamanın, hayatta bişeylere anlam yüklemenin, hep beni bi adım ileri götürdüğüne inanırdım. Sanırdım ki dışardan görülenin aksine bana yakın olan insanlar “Gizem’in çok inanılmaz bi iç dünyası var ya ehü ehü bırava” falan diyecekler. Böyle sanıyodum gerçekten. Böyle oyunlarla, çeşitli Polyanlacılıklarla, sanatı hayatın içine birebir sokmakla, şarkılar, şiirler, yazılar, tüm bu anlamlar, imgeler, hep böyle uçsuz bucaksız bir cenneti vadediyordu bana sanki. Ve yalnızca beni gerçekten anlayanlar görebiliyor sanıyordum bu cenneti. Şimdi gerçeğin kendisi ile baş başayım. Gerçek tüm çıplaklığı ile karşımda ve ben bu gerçek karşısında gün geçtikçe eziliyorum.

Ortaokulda sevdiğimiz bi arkadaşımız vardı. Sürekli şiir yazar, şarkı söyler, duygusal tavırlar takınırdı. Ama biz onun bu tavırlarını sınıfça çok “bayağı” bulur, arkasından sürekli dalga geçerdik. Ama o, o kadar kendi hayal dünyasının içindeydi ki bu dalga geçmeleri bile anlayamaz, aksine “beni begeniyolar sanırım” diye sevinirdi çocukça. Safın önde gideniydi yani. Ama onunla bu kadar dalga geçilmesine dayanamadığım anlardan birinde “kızım yeter artık bu kadar edebiyat parçaladığın, komik duruma düşünüyorsun işte!” demiştim en çocuk vicdansızı halimle. Çok üzülmüştü. Sırasında ayakta dururken birden bire dönüp bi bana, bi hocaya bakıp, yavaşça yerine oturuşu hala gözümün önündedir. Çok çaresiz ve umutsuzdu. Ama ben kimsenin kendisine söyleyemediği gerçeği söylemiş olmanın rahatlığı ama onu bu kadar üzmüş olmanın da üzüntüsüyle birden acımasız insanlar gibi önüme döndüm. Birinin ona bu gerçeği söylemesi gerekiyordu diye düşündüm. Bu ben oldum. Sonra da hiç geri almadım sözümü.

Şimdi kendimi onun gibi hissediyorum. Arkadaşımın bana verdiği ayardaki gibi de kendi halimde oturuyorum artık kendi yerime. Herhangi birine, herhangi bir olaya ya da nesneye hiçbir anlam yüklemeden duruyorum. Zamanında yüklenen anlamlar o kadar çok kafa karışıklığı yaratıyor ki zaten yenilerine artık yer kalmıyor. Zamanla eski anlamlar silinirse bir gün, belki yeniler kendiliğinden boşluklara dolar. Ama şimdilik, hiçbir şiir, hiçbir şarkı, hiçbir yazı ya da olay, beni bir noktadan başka bir noktaya alıp götürmüyor. Geçmişi de, şimdiyi de, geleceği de boş veriyorum. Belki de dünya sadece madde olarak gözüktüğü kadar var. Yani masanın taburenin, insanın saçının ya da kolunun masa ya da saç olmaktan başka hiçbir anlamı yok. Uydurmasyon hepsi. Böyle olmalı. Hiç bir şeye karşı duygusal bir bağ kuramıyorum. Ben artık bir gergedanım. Ama bu dediğim bile hiçbir anlam ihtiva etmiyor biliyorum.


-resim bilmedigim bir ekibin Ionesco'nun Gergedanlar oyunu afişinden alıntıdır-