25 Ekim 2016 Salı

Bar

Geldiği küçük kasabaya hiç benzemeyen bu kent, bir kış akşamı yine ona, ne yana gitse gözünün ardındakilerin kimse tarafından görülemeyeceği bir mutsuzluk veriyordu. Bir fırıncı kızı için büyük işlere kalkışmıştı aslında ailesinden uzak kalarak, gizli saklı bir hayat yaşayarak, bu gece bu bara gelerek, bu adama tutularak. Ama ne yana gideceği kendi için de sürpriz olacağı kalbi, onu bu gece tüm olmazlara rağmen buraya getirmişti. Bir tek, gelmesine engel olabilecek tek kişi ile yaptığı iyi geceler konuşmasını tamamlamanın rahatlığı vardı üzerinde. Annesi gece uyuduktan sonra, ilk dersinden hemen önceki günaydın telefonuna kadar aramazdı artık onu. Üniversiteyi kazandığı günden beri, yani üç aydır her gün, günde dört defa konuşur olmuşlardı. Annesine göre her şey  yolundaydı. Dilber okuyor, yemeklerini düzenli yiyor, kız arkadaşları ile sinemaya gidiyor ve akşamları evine gidip erken saatte yatıyordu. Dilber bir gün Kızılay’da oturduğu bir kafede arkadaşının yanında gördüğü o değişik adamdan etkilenmiş olamazdı ona göre. O adam geceleri bir türkü barda çalışan, kendinden on yaş büyük bir adam hiç olamazdı. Dilber’in adamın “akşamları uğrayın ya güzel gruplar çalıyor” deyişine kanmış, hele hele bundan romantik manalar çıkarmış olması da mümkün değildi.

Günün akşam olduğu vakit ders çıkışı gittiği barda, güne yeni başlayan adamı görünce heyecanlandı. Eli kolu titredi. Bahçeye oturdu. Adam yanına geldi. Ona güldü. Sohbet ettiler. “Geç oldu gideyim” dedi Dilber de “E ama program geç başlıyor, biraz daha kal” dedi adam. Geç saatte eve dönmek istemeyişinden utandı Dilber, işim var dedi, ev arkadaşım bekler, ders falan çalışıcaz dedi, gitti. Birbirini izleyen günlerin akşamları yine gider oldu. Müşteri yoğunluğundan, barın pis kokusundan, birayı aslında sevmediğinden de içmesi gerektiği için içtiğinden şikâyet etti kendi içinden de adama bunları diyemedi. Düşündü sonra. Keşke dedi. Keşke bir sabah da buluşabilse adamla, birlikte kahvaltı etseler mesela ya da Kuğulu Park’a gidip otursalar, burada görüşmekten kırk kere iyi olur dedi. Ama adam onu hiç davet etmedi. Aslında bara da davet etmiyordu da, kendi gidiyordu sanki akşamüstleri bir ahbap mekânına uğruyormuş gibi. Biradan tatlı olduğuna kanaat getirdiği vişne votkaya geçiş yaptı. Artık mekândaki diğer çalışanlar da onu tanıdığı için sadece adamla konuşması gerekmiyordu. Kendiliğinden bir yer edinmişti barda. Programlara kalır olmuştu, yine de on iki olmadan eve giderdi son telefon için. Bir kere de on ikiden sonra kaçarak çıkmışlığı vardı işte. İçindeki onu görme isteğini engelleyememişti bir türlü. Gece telefonunu apartman koridorunda kapatabilmişti bitmeyen allah rahatlık versinlerden sonra.

Sahnenin sağında, barın ise önünde kalan kolonun yanındaki iki kişilik bir masaya oturdu. Garsondan vişne votka istedi. Bir süre gelmedi içkisi, bara doğru baktı, içkisi hazırdı. Gidip almak ayıp olur diye düşündü içinden. O esnada barda oturan genç kadın garson, onun bakışını gördü ve getirdi vişne votkasını. Sonra adam geldi, hoş geldin dedi, iki üç dakika oturdu ve benim işim var dedi gitti. Dilber oturmaya devam etti, belki bu saate kadar burada yalnız kalmamdan bir mana çıkarır diye düşündü, konuşsam mı onunla dedi, bir ay geçti, ilk günlerdeki sıcak bakışları yok diye üzüldü. Adam arada müşterilerle ilgileniyor, arada da bara doğru gidip geliyordu. Dilber önündeki pipetle buzları karıştırmaya devam etti. Adam barda oturan kadının yanına gitti “ah” dedi “ah çok iyi kız da işte, çok farklıyız, bir türlü anlamıyor”. Bardaki kadın “konuştun mu onunla?” dedi. Adam “konuşmadım, kendisinin anlamasını bekledim”. Barın girişindeki kalabalığa doğru ilerledi adam. Dilber votkası daha yarımken ayağa kalktı, gözleri dolu barın önüne geldi, son bir kez sağına doğru baktı, önüne döndü, parayı ödedi ve çıktı.

Yutkunamayacak kadar boğazından göğsüne inen nefesine de bir tek barda oturan genç kadın şahit oldu. Kadın bara döndü ve kendisi için bir votka söyledi.

10.02.2014

20 Nisan 2016 Çarşamba

Antonin Artaud ve Metal Müzik üzerine


Antonin Artaud’un “Vahşet Tiyatrosu” (Zalim Tiyatro) düşünceleri ile Metal Müzik konserlerindeki ritüeller arasındaki bağlantıyı tartışmadan önce, Metal Müzik konserlerine özgü bazı terimleri açıklamak gerekir. Bu yüzden Youtube’dan seçilmiş en alttaki örnek videolarda da yer alan Pogo, Wall of Death, Mosh Pit (Circle Pit) ve Mystic Circle kavramlarına bi' bakalım.

Pogo, 70li yıllarda ilk önce Punk konserlerinde kendini göstermiş bir dans türü olmakla beraber, yıllar geçtikçe Metal Müzik konser ritüellerinin vazgeçilmezi olmuş. Pogoda temel hareketler müzikten alınan hisle birlikte yerinde zıplama, çevredeki insanlara kollar, bacaklar ya da tüm vücutla birlikte yüklenme, itme ve geri çekilmedir. Herhangi belirli bir kuralı olmayan pogoda, kendilerinden geçmiş halde beden uzuvlarının -müziğin şiddetiyle doğru orantılı olarak- bilinçli ya da “bilinçsiz”ce birbirine çarpışmaları görülür. Buradaki “bilinçsiz”liği yazının ilerleyen kısımlarında açıklayacağım.

Mosh Pit ise yine Metal Müzik konserlerinde, seyircinin pogoya benzer şekilde kontrolsuz dans ettiği ama “bilinçli bir şiddet” içeren halidir. Circle Pit ise Mosh Pit’in seyirci tarafından “kendiliğinden” oluşturulan bir çember etrafında yapılmasıdır.

Wall of Death, Türkçesi Ölüm Duvarı olan bu ritüel, onlarca kişiden oluşan ve aralarında belirli bir mesafe bulunan karşılıklı iki grubun, sahne alan grubun brutal vokalinden aldığı komut ile birbirlerine doğru durmaksızın koşmalarıdır. Koşma sonunda gruplar şiddetle birbirine çarpacak ve birbirine karışacaktır.

Mystic Circle ise sadece metal kültürüne ait olmayan, tüm diğer dini ve ruhani ritüellerdeki gibi (örneğin Kabe’yi tavaf) çember çevresindeki insanların saat yönünün tersi istikamette aynı yönde dönmesidir.

Artaud’un “Vahşet Tiyatrosu” üzerine söylenecek ilk söz hep “Vahşet” kelimesini açıklama gereği ile başlar. Buradaki Vahşet, kan ya da zarar verme üzerine bir vahşet değildir. Kendi deyimiyle bir “yabanıl”ın tiyatrosudur. Birbirimize karşı vereceğimiz zararlardan daha ürkütücü olan, nesnelerin ve olayların, maddi dünyaya sıkışmışlığın bize verdiği zarardır. Çünkü özgürlük biz insanların elinden alınmıştır, “ve gökyüzü başımızın üstüne düşebilir”.

Artaud’un Tiyatro ve İkizi’nde bahsettiği üzere, tiyatro ancak gerçek bir yıkım sonrası ulaşılabilecek büyük bir dengedir. Çünkü insanları kendilerini olduğu gibi görmelerini sağlamalı; yalanı, alçaklığı, iğrençliği, ikiyüzlülüğü keşfetmelidir. Bunun için de “maddenin boğucu devinimsizliği”ni silkelemelidir. İnsanlar ve kitleler ancak bu silkeleme ile gizli kalmış büyük güçlerini görür ve kendi yazgılarına karşı, ancak bu güçle dürüstçe üstün bir tutum takınabilir.

Metal müzik konserlerinde Circle Pit içinde pogo yapan kalabalık, tam da Artaud’un kast ettiği gibi, maddi hayatın bunaltıcılığı ve iğrençliği içinde, düzenin sıkıcılığı ve egemenliğini kıracak bir geri dönüş aramaktadır. Bu noktada Artuad’un kendini karşısına konumladığı Batı Tiyatrosu’nun, Metal Müzik için Pop Müzik (Pop Kültür) olduğu söylenebilir. Kendi öz gerçekliğine varmak için Artaud’un tiyatrodan beklediği gibi, eski halk şölenlerinde dans etmekten kendini kaybeden, toz duman içinde birbirine karışan, savaşmak için savaş borusu komutunu bekleyip harekete geçen o büyülü döneme dönülmelidir. Bu noktada Nietzsche’nin Tragedya’nın Doğuşu’nda Dionysos Şenlikleri’ndeki taşkın kalabalıklar için söylediklerini hatırlamadan geçmemek gerekir: “Huşu içindeki milyonların kendilerinden geçip toza toprağa battığını hayal edin, ancak o zaman Dionysosca olana biraz olsun yaklaşmış olursunuz. Her esir özgür bir kişidir şimdi.”[1] İnsan yabanıllığını, ilkel duygularını, yaşam ve maddi nesneler karşısındaki duyumunu  ancak bu şekilde düzemece hayatından kurtarabilir.

Wall of Death öncesi vokal tarafından verilen komut sesinin de -Artaud’un tiyatrodaki “soluk”tan beklediği gibi- ruhu etkinliğe geçirici, coşturucu ve ateşleyici bir etkisi vardır. Bu soluğun, ruhun bedenden bir çıkış noktası olduğu düşünülür. Üstelik bu yabanıl yani “brutal” bir soluktur. Kitleleri coşturur. Bu coşkunun organik bir temeli vardır ve bunu hissedenler onu kendi bedenlerinde işleyerek daha yüksek yoğunluklu bir tutkuya dönüştürürler.

Öte yandan, Mosh Pit ve Circle Pit içinde kendini kaybetmiş yığınlar aslında tam olarak ne yaptıklarını bilmiyor değildirler. Her ne kadar şiddetin ve coşkunun getirdiği yaralanmalar olabilse de birini yere düşürmek ya da bilerek ezmek kabul edilemez. Bu durum da bizi Artaud’un “bilinçli histeri” kavramına yakınlaştırır. Kendini kaybetmek, bir başkasına istemediği şekilde zarar verecek şekilde olmamalıdır.

Circle Pit’in geldiği nokta ise yek vücut olmanın verdiği haz, organik bir bütün olma duygusudur. Bu da bir Mystic Circle’dır. Metal Müzik’te de Artaud tiyatrosunda da kaybedilmiş bu büyülü zinciri yeniden oluşturma hayali vardır.  Tabiat, son evladı olan insanla yeniden kaynaşmalıdır. 
Çünkü bu uyuşuk halimizden ancak böyle kurtulabiliriz!

Örnek videolar;


DAGOBA: HUGE WALL OF DEATH - HELLFEST 2014
Wall Of Death Compilation 1

BEST MOSH PIT EVER !

MEGA Circle Pit - A7X Crossroads Mosh Riff


ve bonus olarak :)

Biggest Circle Pit Ever

KAYNAKÇA
ANTONIN ARTAUD, Tiyatro ve İkizi, YKY 1993,
ANTONIN ARTAUD, Tanrı Yargısının İşini Bitirmek İçin, SEL 2002
GILLES DELEUZE, Francis Bacon Duyumsamanın Mantığı
FRIEDRICH NIETZSCHE, Tragedya’nın Doğuşu, Roman Yayınları, 2012




[1] Friedrich Nietzsche, Tragedya’nın Doğuşu, Roman Yayınları, 2012, s.39