15 Ocak 2011 Cumartesi

Rab Şeytana Dedi Ki


Hay Rab şeytana demez olaydı... Evet yine bir DT oyunuyla karşı karşıyayız sayın seyirciler. Bana DT'nin bir oyunu mu bu diyesim geliyor.

Neyse başlayalım. Evet efendim yıllar sonra Akün Sahnesi'nde bir oyun izleme heyecanıyla yine oturduk güzel koltuklarımıza. Akün Sahnesi'ni süzdük baştan başa. Yanlış hatırlamıyorsam Akün Sahnesi'nin ben küçükken balkon kısmı vardı. Şimdi burayı aşağı ile birleştirmişler. Fakat yine oturmak için bir kat üstten girebiliyorsun. Yani kısacası balkonun önündeki duvarı kaldırmışlar. Bu yeni oturum şekli benim gözüme çok güzel göründü. Yani ÇATLAK'ın deyimiyle "ben bunu mükkemmel bulduuum". Bu güzel sahnede oyun da canlı müzikle - üstelik Blues- başlayınca vay anasını sayın seyirciler dedim kendi kendime, çok süper bir oyun izleyeceğiz. Şeytan rolündeki Durukan Ordu'nun giriş performansı, ilginç ve kullanışlı dekoru da heyecanımı gittikçe arttırdı. Sonra tek tek karakterleri tanımaya başladık. Elindeki tüm nimetleri alınmış olan ama yine de Rabb'ine karşı gelmeyen Eyüp ve karısını bi yanda, Eyüp'ün tersine Tanrısı'na karşı gelmiş olan ve sürekli olarak dağdan düşen bir kayayı dağın tepesine geri taşıma cezasına çarptırılmış mitolojik kahraman Sysphos ise bi yandaydı. Şeytan ise Tanrı ile iddiaya tutuşmuş ve Eyüp'ü Rabbi'ne karşı gelmesine, Sysphos'un da Tanrısı Zeus'tan özür dileyip kaya taşıma cezasından vazgeçtirmeye çalışıyordu. Oyunun bu dini ve mitolojik iki karakteri aynı anda, kıyaslamalı olarak sahnede göstermesi, daha doğrusu bunun bir oyun metni olması çok çekici gelmişti bana. Ama ah keşke rejisi de bu oyunu kotarılabilseydi çok iyi olurdu. Neden olmadılara bir göz atarsak eger; şeytan performansının çok iyi olmasına rağmen monologlarının arasında manasız boşluklar olması ve bu sebeple oyunun düşmesi, seyirci ile karakter tanıştırmasını dansla yapmak isteyip de dansların pek çalışılmamış olması ve sürekli aynı şarkıların ve dolayısıyla dansların kendini tekrar etmesi, iki öykü arasındaki bağıntının tam anlatılamaması, oyun sonundaki"Eyüp mü Sysphos mu?" adlı o süperşön ilkokul şarkısı of.. Of ki ne of..

Şimdi tiyatroda çok ilginç bir enerji -ya da belki de bir sinerji- var. Bu enerjiyi yakalamak için her zaman çok da "dolu" oyunlar olması gerekmiyor. Samimiyetini ve doğallığını (biçimsel doğallıktan bahsetmiyorum) kaybetmeyen oyunlar, dünyanın en saçma konusuna sahip olsa bile, bu samimiyetinden ötürü izlenebiliyorlar. Bir de dışardan ilk bakışta "dolu" gözüküp de aslında bir şey anlatmayan ya da ne anlattığını bilmeyen oyunlar var. İşte Rab Şeytana Dedi ki maalesef bu ikinci gruba giren oyunlardan biri. Oyunun rejisi bu gereken samimiyeti; sahnelemesini farklı yaparak (başta bahsettiğim canlı müzik, değişik dekor, seyirci ile diyalog v.s) verebileceğini düşünmüş. Ama yanılmış. İki hikayeyi birbirinin tersi gibi düşünmüş ve seyirciye siz karar verin demiş. Fakat iki hikaye manasal olarak birbirine pek ters değil. Yani bize sorduğu "Eyüp mü Sysphos mu?" sorusuna e hiçbiri diyerek yanıt vermemiz mümkün. Oyunun sonunda bir tek şunun dendiği net olarak anlaşılıyor "kendi bildiğinizi yapın". İyi bakalım yapalım diyoruz. Gerçi bu çıkarımlar metinden kaynaklı sanırım, ama evvela da bahsettiğim gibi reji de oyunun açıklarını kapatamamış ne yazık ki... Yine de emeğe ve ustalara saygı sebebiyle oyunculukların bize laf düşmeyecek kadar çok iyi olduğunu belirtmeden de geçmeyelim. Oyunculuklar demişken de Sysphos rolündeki Sinan Pekinton'un "ne işim var yea benim bu oyunda" dermişcesine oynayışı oyunun izlemesi en keyifli kısmıydı. Gerçek bir Sysphos'tan da bu beklendirdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder