31 Mayıs 2011 Salı

Tiyatroya güzelleme


Vala Thorsdottir

Tarihe bir not düşelim. Dario Fo ve Franca Rame’nin yıllarca asistanlığı yapmış olan tiyatro oyuncusu, yazarı ve yönetmeni Vala Thorsdottır, DAO’nun davetiyle Ankara’ya geldi. Monolog ve komedi oyunculuğu başlığı altında üç gün süren bir atölye çalışmasını yönetti. Atölye çalışmasının ayrıntılarını da ayrıca yazıcam buraya. Gerçi bir çoğu benim de şimdiye kadar eğitmenliği yaptığım çalışmalardakilere benzer çalışmalardı. Fakat ufak tefek teknik detaylar ve ufuk açıcı yöntemler, bu atölyeyi bambaşka kıldı. Şimdilik bunlara değinmeyeceğim. Değineceğim şey Vala’nın kendi karakteri ve bunun bizim ekibe ve kendime yansımaları…

Vala, kendi hayat hikayesinden yola çıkarak tam manasıyla “feleğin çemberinden geçmiş” bir kadın. Tabi bu tabir bizim topraklarda alt metinde başka manalara geliyor. Benimse burada kastettiğim farklı. İlginç yaşam öyküsünün, acılarının, kalp kırıklıklarının, sevdiklerini kaybetmelerin ve benzeri birçok uç yaşam örneklerinin; bir insanın “insan” olmasını, bir insanın hayattan her şeye rağmen vazgeçmemesini, hayatı bambaşka algılama ve yorumlama kabiliyetini nasıl bu kadar doğru yönde etkileyebilir aklım almıyor. Belki burada Avrupalı olmasının bir etkisi vardı. Çünkü kendisi eğer Türkiye’de yaşamış biri olmuş olsaydı, benim artık başlığını bile okumaya yüreğimin kaldırmadığı üçüncü sayfa haberlerine çoktan konu olmuş ve unutulmuştu. Burada işte bariz bir şekilde ülkeler arası farklılık gündeme geliyor. Bu durum da bizi – Vala her ne kadar buna kızsa da- yine “sistem”e getiriyor. “You are all individuals” dedi. Bunu çok düşündüm gerçekten. Avrupalı sosyalistlerin böyle bir havası var hep, Avrupa solunun genel çizgisi bu sanırım. Düşünmeden geçmeyelim. Gerçekten hepimiz individual mıyız yani? Hatta Dario Fo’nun bir kadın öyküsünden de örnek verdi. Kadının biri fahişeliğe nasıl başladığını anlatıyor, küçük yaşta tecavüze uğradığından bahsediyor. Bunun üzerine çevresindekiler sürekli ona “ah şu sistem, vah şu sistem işte, tüh tüh” ediyorlar. Kadın da “sürekli sistem sistem diyorsunuz, e öyleyse beni orda sken de sistemdi!” diyor. İlginç bi yaklaşım gerçekten. Kendimize dönüp baktığımızda, toplumun yansımalarını göremeyecek miyiz bu durumda? Yani yaptıklarımızın hepsi ya gerçekten sadece “kendi” seçimlerimizse? Buna ihtimal vermek istemiyorum aslında. Hatta öyle olmadığını da, insanın çevresiyle var olduğunu da hem kendimden hem çevremden çok iyi biliyorum. Ama Vala’nın bana düşündürttüğü şey, yanlışlar gördüğümüzde hep “beni şu bu bu hale getirdi” ya da “ ben şu sebepten böyle yaptım”. Aslında yoksa yapasımız mı varmış? Yoksa tüm kadın programları yalan mı yani? Of. Burada kesiyorum.

Gelelim Vala’nın enerjisine. Hiç beklenmedik zamanda, en kötü anında, birden bire enerjisiyle, neşesiyle karşınıza çıkan ve sizi kendi çemberinizden çıkarıp “aslında bak başka bir dünya da var” diyen, siz gidip gelinmiş onca yoldan sonra tam da “hayatıma geri döndüğümde tekrar nasıl nefes alıcam”, “tekrar uzun bir manzaraya nası iç geçirerek bakıcam” derken, neşesiyle ama bu neşesinin de vermiş olduğu tuhaf bir olgunlukla karşınıza çıkan insanları seviyorum, gerçekten seviyorum. Yeniden yaşadığını hissetmek böyle bir şey…İşte Vala da öyle. Vala’nın gelişiyle hayatımda çok şey değişti, yani hem kendisi hem sebep oldukları çok farklı bir dünya sundu bana.

Bütün bunların yanı sıra herkesin hayatında boktan giden şeylerin belki de o kadar kafaya takılmayacak şeyler olduğunu gösterdi bize. Harun’un deyimiyle “tiyatronun eğlenceli bişey olduğunu hatırlattı”. Gerçi burada çok objektif olamayacağım belki, ama bana zaten hep eğlenceliydi tiyatro. Buradaki “eğlence”den bildiğimiz manada hoppidi hoppidi eğlenceyi kastetmiyorum tabii ki. Bir üretim sürecinde olmak, bişeyler düşünmek, insanları anlamak, insanları sevmek, insanları bişeylere zorlamak, hep birlikte gülmek, hep birlikte üzülmek vs vs… Bunların hepsi benim için bir tiyatro ve ben bunları yaparken hep “eğleniyorum”. Tüm çektirdiği sıkıntılara, tüm baskıya, bedensel ve psikolojik zorluklara rağmen tiyatroya olan sevgimi istesem de yitiremiyorum. Ne tür bir manyaklık bu bilmiyorum. Benim hissettiklerim aslında tiyatro vasıtasıyla “hayata bakmak” oluyor. Hep güleryüzle hayata bakmak, hep tiyatro isteğimi besliyor. Ekip içinde herkesin dertli olduğu konular, tüm ayrılıklar, boşanmalar, yıpranmalar, olmamışlıklar, anlaşılmamışlıklar, içini dökememişlikler birikiyor birikiyor ve patlamasını yine tiyatro üzerinden yapıyor. Ne mutlu! Hey gidi Polyanna ben. Yazılarımın duyarlılığı gittikçe hürriyet.com okuyucu yorumlarına dönmeden burada keseyim. Bu geçici olduğunu bildiğim mutlulukla burada satırlarıma son vereyim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder